29 Aralık 2010 Çarşamba

KÜFRÜ REYTİNGLEMEK KÜFÜR MÜDÜR?

              Aile; bir milletin hususi kalbi, has bir vicdanı demektir. Bu sırrı idrak edemeyen milletlerde, önce aileler  bozulmuş, zamanla da bütün cemiyeti içine alan bir ahlaki bir çürüme meydana gelmiştir. Bediüzzaman bu çörümenin sebelerinden birini de ''müfsit âletlere'' bağlamaktadır. Bu müfsit aletlerden biri, yani fesat verici aletlerden biri hiç şüphesiz de televizyon ve internettir. Bugün en müsbet ailelerde bile televizyon ve internet çok büyük manevi tahribatlar meydana getirmekte dini hassasiyetlerimizi zayıflatmaktadır.
              Aslında bu; aziz müslümanlar için tezgahlanmış bir plandır. Bunu 1905 yılında masonların düzenlenmiş toplantı tutanaklarında da görmek mümkündür. Toplantı tutanaklarına göre medya sefih bir politaka takip etmek suretiyle aziz milletimizin ahlaki hassasiyetlerini dumura uğratacaktır. Gerçekten de gelinen noktada toplantı tutanaklarının milletimiz üzerinde derin bir tesir bıraktığı aşikardır.
         Şimdilerde görüyoruz ki ahlâkımızı dejenere eden, yozlaştıran diziler çok revaçta. Hatta islami hassasiyetleri olan aileler de bu diziler sayesinde nerdeyse hipnoz olmuş durumda. İşte sorun tam da burada. Çünkü bu insan doğal olarak gördüğü, seyrettiği bir şeyi kolay kolay unutamaz. Bu husus insanın fıtratında derc edilmiştir. Bunu kimse kolay kolay inkar edemez.  Bu tür dizilerde gayr-ı ahlaki bir çok sahne bulunmaktadır. Eğer bir evde gayr-ı ahlaki sahneler istenmeden izlense bile zamanla insan bu sahnelerden ve dizilerden rahatsızlık duymamaya ve zamanla bu tür dizileri kanıksamaya başlar. İşte kanıksamayla başlayan bu diziler zamanla ailelelerin vazgeçilmez dizileri haline gelir.
        Bununla alakalı bir anektodu da anlatmadan geçemeyeceğim. Üniversitede okuyan bir kardeşim var. Lisede okurken bir defasında bize misafir olmuştu. Ben de bahsidilen bir kanalda bir tartışma programı seyrediyordum. Kardeşim bana ''Ağabey sen nasıl böyle seviyesiz tartışma programları seyrediyorsun? Üstelik de bu kanala reyting desteği de vermiş oluyorsun?'' demişti. Bunun üzerine ben kardeşimin bu hassasiyetlerinden dolayı çok taktir etmiş ve sevinmiştim. Maaleysef  bu hassasiyetteki kardeşim Üniversiteye başlayınca bu tür programları kanıksadığı gibi bu tür kanalları seyreder olduğunu sonradan müşahede ettim..
        Bu durumun vehametini ta baştan itibaren gören Bediüzzaman ''Karşımda müthiş bir yangın var...imanım tutuşmuş evladım yanıyor.'' demiş ve Kalb-i Umumiyi tamir ve ıslah etmeye çalışmıştır. Evet durum çok vahimdir. Gerçekten kurt gövdeye girmiş durumda. Artık düşmanı hariçte beklememek lazım. Düşman artık her ailenin en mahrem yerlerine kadar girmiş durumda. Ya bu düşmanı atmak ya da etkisiz hale getirmek gerek.
        Asıl üzürende durulması gereken konulardan birisi de müstehcen dizilerden dolayı defaatle RTÜK tarafından ikaz edilen kanalların en müsbet mahfillerde de seyredilmesidir. Maaleysef  Dindar aileler de bu tür kanalları kanıksamış durumdadır. Halbuki eğer bu tür kanalların seyredildiği ortamda bulunan bir müminin kalbinde azıcık buğz etme duygusu geçmiyorsa o mümin istikbalinden endişe duyması lazımdır. Çünkü Efendimiz '' Bir mümin bir münkeri gördüğü zaman evvela eliyle, olmazsa diliyle o da olmazsa kalbiyle buğz etmelidir. Bu da imanın en zayıf halidir'' buyurmak suretiyle bir mümin hiç olmazsa kötülüğe karşı buğz etmeyi büyük bir hassasiyet olarak bilmelidir.
        Bu gerçekten hassas bir mevzudur. Bir anda binlerce, milyonlarca insanın hem kalbi hem ruhu esir alınmaktadır. Bu sırada günahlar; iman yeri olan  kalb ve ruhuna kadar sirayet etmekte, günahlar bu duyguları felç etmek suretiyle insanın manevi yönünü dumura uğratmaktadır.

       Peygamber Efendimiz '' Kim İslamiyet'te güzel bir çığır açarsa, o yaptığı iyiliğin mükafatını aldığı gibi kendinden sonra da aynı iyiliği yapanların da bir misli sevabını alır. Hiçkimsenin mükafatından da eksilme olmaz. Kim de islamiyet'te kötü bir yol açarsa, kendi günahıyla beraber, arkasından giden insanların günahlarını da yüklenir. Günahını aldığı kimselerin günahlarında da eksilme olmaz.''(Müslim, Sahih,2/704)
buyurmak suretiyle mevzu ile alakalı külli bir değerlendirmede bulunmuştur.
           Bu minvalde hareket edecek olursak tahribat yapan bir kanalı isteyerek seyreden veya bir internet sitesine defaatle girerek o sitenin revaç bulmasına neden olan kişi farkında olmadan küfre rıza gösterilmiş olur. Çünkü o kanalın küfrünü neşrederek küfrü reytinglemiş olur. Bu da o kanalın revaç bulmasına daha da küfür neşretmesine sebebiyet veririr. Çünkü bu kanalların ve dizilerin fazlasıyla seyredilmesi o tür insanları cesaretlendirilmesi ve mükafatlandırılması demektir.Buradan hareketle küfre rıza göstermek küfürdür. küfrün neşredilmsine rıza gösteriliyorsa bu küfrün ta kendisidir.
           Bu mevzu ile alaklı görüşlerine değer verdiğim Hayrettin KARAMAN'nın ''Hayatımızdaki İslâm'' adlı eserin I. cildinde medyaya çıkmak isteyen mütedeyyin insanları şu şekilde ikaz etmektedir: '' Bazı TV.lerde yapılan tartışma programlarına katılmak şöyle dursun onları kınıyorum. Oraya çıkan iyi niyetli bazı dostları da uyarıyorum; asla oyuna gelmsinler, oralarda boy göstermesinler. Çünkü bu tartışmaları yaptıranların amacı müslümanlara ve İslâm'a hizmet değidir,İslâm'ı kullanarak para kazanmaktır, bir kısmının niyeti daha da kötüdür: İslâm'ın imajını zedelemek, insanları şüpheye düşürmek, dinden soğutmak ve uzaklaştırmaktır. O tartışmalara, ehliyetli ve iyi niyetli kimseler katılmazsa kısa zamanda mumları sönecek, dinleyici bulamıyacak, kendileri çalıp yine kendileri oynayacak ve kötü veya âdî emellerine ulaşamayacaklardır.'' Gerçekten bu mevzuyu çok iyi irdelemek suretiyle mevzunun ehemmiyetine parmak basmıştır.
      

25 Aralık 2010 Cumartesi

BİZ BİZE DEĞİL; BİZ, BUĞDAY AMBARINDAKİ AÇ TAVUKLARA BENZERİZ

            İnsan fıtrat olarak sürekli hakikati arama peşindedir. Milli ve manevi değerlerine bağlı olan insanımız da hakikatı ararken aklı gözüne inmiş, kalbi maneviyata karşı körelmiş birkaç ecnebi ya da simaen yerli fakat fikren ecnebi birkaç filozofun fikrine itimat etmekte kimi zaman da bu fikirleri rehber edinmektedir. Halbuki bu filozoflar hakikatı arama hususunda yanlış yollara sapmışlar ve yanlış yollara saptıkları için yanlış netecilere varmışlardır. Halbuki iyi bilinmelidir ki hiçbir hakikat bir yanlış üzerine bina edilemez. Hakikat yanlış üzerine bina edildiği taktirde temelsiz ve mesnetsiz olur.
          İşte herşey burda başlıyor. Çok insan tanırım. Hem de bu insanları bu hususta belli bir bilince sahip olduklarını bilirdim. Halbuki bu mevzuda maaleysef bütün bütün yanılmışım. Çünkü bu insanları maan ve köklerimize sıkı sıkı irtibatlı olduğunu bilirdim. Heyhat bütün bütün yanılmışım.

           Hani bir söz vardır. Biz bize benzeriz diye. Halbuki biz bize yani özümüze maaleysef benzemiyoruz. Bu yönümüz itibariyle buğday ambarındaki aç tavuklara benzeriz. Çünkü nimetin içindeyiz fakat nimetin farkında değiliz. Konuşurken birşeyler ifade ederken sürekli birkaç ecnebiden alıntı yapmak süretiyle konuşmamızı güzelleştirmeye çalışırız. Fakat farkında olmadan aslında konuştuğumuz hakikatın özüne inmeden laf cambazlığı yapmış oluruz. Bunu da şu sıralarda facebook sosyal ağlarda bol bol yapıyoruz.

         Halbuki bu kadar hakikat konuşmuş hakikati teneffüs etmiş Mevlana, Yunus Emre, H. Bayram-ı Veli, Bediüzzaman gibi hakikat kokan zatların fikirlerine karşı lakayt kalmak itibar etmemek ne kadar büyük bir talihsizliktir aklı başında manevi değerlerine bağlı her insan elbette anlar. O yüzden Aristo derki ....diyenleri Acaba Peygamber efendimiz, Sahabi efendilerimzi ve manevi büyüklerimiz ne demiş diyerek onları bu konuda düşünmeye ve araştırmaya davet ediyorum.
        Hayatı boyunca; hayata hep karamsar bakan, karamsar düşünen bir iki filozofun düşüncelerine o kadar itibar ediyoruz ki nerdeyse bütün benliğimizle katılıyoruz. Halbuki hayata güzel bakan güzel görür. Güzel gören de hayatından lezzet alır. Bu düstürü tersinden yorumlayacak olursak hayata karamsar bakan kötü görür. Kötü gören de hayatından nefret eder. İşte ehli imanı dahi hayatından nefret ettiren en önemli husus budur.
         Hayatımda yaşadım ilginç bir ruh halimi tahlil etmek istiyorum. Hamd olsun ki hayatım boyunca beslendiğim muteber kaynaklar sayesinde fikrim bir nebze olsun berraklaştı. Ancak bir vakit simaen yerli fakat fikren ecnebi ve birkaç ecnebi filozofların fikirlerine kaptırdım kendimi. Bir de hayata sürekli olarak karamsar bakan karamsar düşünen birkaç sanatçının şarkılarını dinlemeye başladım. Bu sayede ruhum daralmaya ve fikrim bunalmaya başladı. Az bir zaman dahi yaşadığım bu olaydan çok etkilenmiştim. Fakat hamd olsun kısa sürdü. İşte bu olay bana büyük bir ders oldu. Sonra mütedeyyin insanlarda neden fikir yönününden kaymalar meydana geldiğini, eşyaya ve hadiselere bakışının nasıl değiştiğini ve bundan dolayı ruh dünyalarının darldığını yakinen anladım.
        İnsan; olaylardan ve hadiselerden etkilenme yönü itibarıyla çok esnek bir varlıktır. Bu esnemeler halet-i ruhiyesi yönünde değişir. Halet-i ruhiyesi bozuk olan bir insanın menfi yönde, halet-i ruhiyesi iyi olan insanın da  müsbet yönde değişmesi ve bu yönlerde mesafe üstüne mesafe kat etmesi mukkaderdir. İşte bu halet-i ruhiye insanın haşir-neşir olduğu şeylerle doğru orantılıdır. Bundan dolayıdır muteber insanlar kemalata medar olmayan, yani kamil olmayan insanların sözlerine itibar etmemmişler ve onlarla amel etmemişlerdir. Fakat maaleysef günümüzün mütedeyyin insanı