5 Mart 2011 Cumartesi

BU ŞUBAT'LAR NE GARİB ANNE!

        "Dizlerim üzerinde yaşayacağıma Ayaklarım üzerinde ölürüm" Demiştin ve Bunu hayat düsturu edinmiştin. Fakat Asya'nın münafıkları menfaat üzerine birleşmişlerdi bir kere. Menfaatleri gereği gitmen gerekiyordu. İçleri kin ve fesat doluydu. Menfaatleri icabı namuslarını bile satabilen bu haysiyetsiz insanlar müslümanlara hayat hakkı bile tanımayacak kadar azgınlaşmışlardı. Çünkü bu tür münafıklar en küçük menfaatları için herşeyini satabilecek kadar bedbaht kişilerdir. İşte bu Asya münafıklarının sahip olduğu mütareke basının gerçek yüzü. Bu manşetler mütareke basını bile atamaz. Biz müslümanlar; bize reva görenleri çabuk unuttuğumuz için o karanlık süreci hatırlama nevinden birkaç manşet: (Fakat münafık kendine yapılan kötülüğü asla unutmaz fırsat eline geçtiği anda misli ile öcünü alabilecek kara gaddar ve gözü dönmüş kimselerdir.)
  Hürriyet : '' Gerekrise Silah Bile Kullanırız'',Cumhuriyet: '' Sincan'da Tanklı Protesto'', Sabah: '' Muhtıra Gibi Brifing'', Sabah : '' Tarihi Görev Sizi Bekliyor'', Sabah :'' Hoca Yine Ateşle Oynuyor'', Cumhuriyet:'' Yargıtay: Kapatırım'', Millyet: ''Refah Bunalımı'', Sabah: '' Sabah: '' Genelkurmay'da Düşman Değişti'', Sabah: '' İşte Fadime'nin Suçladığı Adam'',  Milliyet: '' Son Uyarısı Refah'a'',  Milliyet :'' Refahyol'un Sonu'', Sabah: '' RP Kapatılıyor'' ve (son bir Şubat soğuğu manşeti) Sabah :'' Hoca Devri Bitti'' BİR ŞUBAT DARBESİYLE AL AŞAĞI EDİLMİŞTİN ZİYADESİYLE HAK ETTİĞİN BAŞBAKANLIK KOLTUĞUNDAN. SONRA BİR BAŞKA ŞUBATLA AYRILMIŞTIN ARAMIZDAN. ASLINDA ÖLÜM; ADAM GİBİ ADAMA YAKIŞIYOR. ASLINDA GARİP OLAN ŞUBAT'LAR DEĞİL. ASIL GARİP OLAN HUSUS; SEN HAYATTA İKEN HAYATI DAHİ SANA REVA GÖRENLER VEFATINDAN SONRA KENDİLERİNCE EN DERİN ÜZÜNTÜLERİNİ TAZİYELERLE, ÇELENKLERLE BİLDİRMELERİ. YOKSA BU; TİMSAHIN GÖZ YAŞLARI NEVİNDEN BİR ŞEY Mİ ACABA? BUNU AZİZ MİLLETİMİZ TAKTİR EDECEKTİR ELBET.

20 Şubat 2011 Pazar

19 Şubat 2011 Cumartesi

BU GÜN HANGİ AİLEYE MİSAFİR OLACAĞIZ?

           Bazen eve varıyorsunuz yorgun ve bitkin olarak. Bazen de dinç olarak da varmak mümkün olabiliyor. Her iki durumda evdeyseniz, eğer kitap okumuyorsanız ister istemez televizyon sizi alıp misafirliğe çıkarıyor. Bu durumda bazı evlere varıyorsunuz; fakat insaniyetten nasibini almayan kimi insanların muhabbetlerine dahil oluyorsunuz. Hem de o kadar Allah'ın tevfik ve inayetinden uzaklaşmılardır ki düştükleri foseptik çukurunu misk-i maber zannedip o pislikleri ellerine yüzlerine sürmek suritiyle, düşe kalka bir mechule doğru gidiyorlar. Onlar; Allah'ın bütün Semavî ve Arzî  mesajlarına karşı kulaklarını tıkayıp gözlerini kapatıp hayvan gibi yaşamak istiyorlar.( Gerçeği lezzet noktasında hayvava yetimezler. Bu mevzuyu Üstad hazretleri geniş bir şekilde izah ettiğinden buna temas etmeyeceğiz.) Dolayısıyla kimsenin kendilerine dokunmalarını ve zehirli lezetterini kaçırmalarını kesinlikle müsaade etmezler. İşte bazen televizyon sizi alıp; iradenizi esir almak suretiyle, böyle bir ailenin muhabbetine dahil ettiriyor.
       Bazen de dinde lakayt fakat dini de reddetmeyen simaen yerli fikren tamamen ecnebi insanların sohbetine tesadüf etme ihtmali de olabiliyor TV kanallarında. İçimi de kemiren bu dinde lakayt insanların sohbetine de en dindar ailelerin de misafir olması tabi. Yoksa elbette insan sevdiği kişiyle beraber olmak ister, muhabbet ve hasbihal etmek ister. Bu kaide insanın fıtratında yani doğasında vardır ki de Peygamber Efendimiz '' İnsan Cennet'te sevdiği ile beraber olacaktır.'' buyurmak suritiyle bu mevzunun ehemmiyetine parmak basmıştır. Yani insan geçici fani bir diyarda sevdiği ile beraber olmak istediği gibi elbette dar-ı bekada da beraber olmak ister. Bu her insanın doğasında vardır. O zaman insan neden doğasına aykırı hareket eder kimi zamanlar? Neden fikrine çok itibar etmediği insanların sohbetine can-ı gönülden katılır? Acaba o fikren ecnebi insanlar da katılır mı ilim-irfan sohbetlerine? Hiç zannetmiyorum. Çünkü sadece birisini bu irfan sohbetlerine davet etmek için bütün ikna yollarınına müracaat etmek zorunda kalır irfan ehli. Eğer o meclisten nasibi yoksa bu da mümkün olmaz çoğu zaman.
             Bir de ilim ve irfanın konuşulduğu meclislere ( TV kanallarına)  misafir olarak katılma nasip olur insana. Bu tür misafirlikteki meclislerde erdem ve fazilet konuşulur her daim. Bu misafirlikler ayrı bir haz verir iman ve irfan ehline. Saatlerce öylece oturup o muhabbetleri dinlemek ister insan. Çünkü gönül; Hak dostunu bulmuştur bir kere.Aslında sohbet etmek, muhabbet etmek insanın fıtratında vardır,gerisi bahane. Aslında gönül ne kahve ister ne de kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane.
            Ey gafil İdris! Dün; dündü ve artık mazide kaldı. Kim maziye malik olabilir ki sen malik olabilesin? Acaba dün hangi meclise misafirliğe çıktın? Bunun muhasebesini yapabildin mi? Ya yarın? Nefis hep insana ''Yarın başak bir misafirliğe çıkar temiz bir sayfa açarız koçum.'' fısıldamak suretiyle ömrünü boş yere tüketir. Peygamber Efendimiz bu mevzu ile alakalı ''Yarıncılar helak olacaktır'' buyurmak suretiyle konunun ehemmiyetine parmak basmıştır.
          Neyse şimdi muhasebe zamanı....
         Acaba bu akşam çoluk-çocukla beraber hangi aileye misafir olacağız?  Belki de eşlerimiz ''Ben dinimi falan Kanaldan mı öğreneceğim? Allah'a şükür bu programı yapanlardan daha bilgiliyim'' deyip bazı davetlere icabet etmeyebilir? İyi de bizler de şu soruyu sorabiliriz, sormalıyız da. İnsan; hangi maksatla ziyaretlere gider? Bu bir ziyaret sadece. Ama hangi kanalın ailesine ziyarete gideceğimize karar vereceğimiz önemli bir ziyaret. Muhabbet ehlinin olduğu bir aileye mi, geyik muabbetlerinin yapıldığı bir aileye mi yoksa Semavî ve Arzî mesajlara kulaklarını tıkayan bir aileye mi misafir olacağız? Buna karar vermemiz lazım. Zira tek başımıza değiliz, ailecek gidilicek bu misafirliğe. Bu misafirlikte anne etkilenmezse bile baba, o da etkilenmezse mutlaka çocuklardan biri menfi ya da müsbet olarak etkilenecektir. O yüzden TV'nin kumandasını eline alan bunun şuurrunda olması lazım her daim. O, sadece kumandayı değil; tabiri caizse denizlere ya da okyanuslara açılacak bir geminin dümenine geçmiştir. Artık kaptan karar verecektir gemin rotasını. İşte TV kumandasını eline alan kişi; hususi ve has dairede bir kaptan gibidir. Bütün aile fertlerin halet-i ruhiyesini bir anda müsbet ya da menfi bir anlamda değiştirebilen bir kaptan.
           Misafirlik dedim de bir anda kendimi eski misafirliklerde buldum. Nerde kaldı o muhabbetler. Bütün mahalleli, köylü bir evde toplanır ilimden faziletten mevzu açılırdı. Bu meclisler de çocuklar  da çoğu zaman yerini alırdı. Çaylar gelir, cevizler kırılır muhabbet devam ederdi. Bir bir çıktı hayatımızda eskiye dair çoğu şey televizyon ve internet sayesinde. Artık gittiğiniz evlerde ev sahibiyle beraber oturduğunuz yerde misafirliğe çıkıyorsunuz. Misafirlik içinde misafirlik. Bu durumda kâh TV kanallarıyla kâh ev sahibi ile misafirlikler yaşıyorsunuz kısa bir zaman diliminde.

           İşte bütün bu meselerden dolayı İslam Medeniyeti bu asırda büyük bir değişim ve dönüşüm yaşamaktadır. Bu değişim ve dönüşüm kimi zaman müsbet, kimi zaman da menfi bir minvalde devam etmektedir. Bu değişim ve dönüşümün en büyük ayağı elbette ki ailede oluşmaktadır. Fetler ciddi anlamda ruh ve mana köklerinden uzaklaşmış. İşte biz müslümanlar bu ruhi çöküntüye ciddi anlamda çare üretmeliyiz. Zira medeniyetimizi ayakta durmasını istiyorsak ciddi çözümler üretmeliyiz. Çünkü devletlerin ve medeniyetlerin temeli aileye göre şekillenmektedir.

2 Ocak 2011 Pazar

''Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir''

              Kadın erkek münasebetlerinde son zamanlarda ciddi bir dejenere görülmektedir. Bu dejenere bazı kesimler sayesinde planlı ve programlı olarak yapıldı. Evvella üniversitelerin ikna odalarında başlayan bu menfi çalışmalar daha sonra kimi zaman üniversitlerde bulunan bazı hocaların da katkılarıyla devam edildi. Kimi hocalar sırf kız ve erkekleri bir araya getirmek için maksatlı olarak partiler tertip ettiler. Bu partilerde kız ve erkeler; kendilerini daha rahat hissetmeye ve karşı cinsle kaynaşmaya başladılar.Bu fazlasıyla tekerrür ettikten sonra artık belli bir süreçten sonra kız ve erkeklerin bir araya gelmesi ve muhhabet etmeleri doğal gelmeye başladı. Daha doğrusu öğrenciler belli bir süre sonra bunu içselleştirdiler.
            Bu tür partilere katılmayan islami hassasiyetleri olan öğrenciler de vardı. Maaleysef bu öğrencilerin hassasiyetleri fazla devam etmedi. Hassasiyeti olan öğrenciler partilere katılan öğrencilerle sıkı-fıkı dostluklar kurdular. Bu dostluklar iyice ilerledi. Bu dostluktan sonra dışarda da bir araya gelmeler sonra beraber cinema ve tiyatroya gitmeler şeklinde devam etti.
            Kimi üniversitlerde ise süreç bu tür parti ve gezilerle başlamadı.Süreç biraz da kendiliğinden başladı. Aslında buna da kendiliğinden başladı diyemeyiz. İşin arkasında görünmeyen bir el vardı.Yine mazbut ve mütedeyyin ailelerin çocukları ile islami duyarlılığı olmayan öğrenciler sıkı bir dostluk kurdular. Evvella çapraz olarak başlayan bu arkadaşlık ilişkileri zamanla ikili arkadaşlıklara dönüşüverdi.
            Bazı arkadaşlıklar ne partilerle başladı ne de gezi ve pikniklerle. Öncelikle gruplar halinde proje ve ödevler yapmayla başladı arkadaşlıklar. Daha sonra ders notları almayla devam ederek bir nebze kız ve erkekler birbirlerini tanımaya ve hassasasiyetlerini öğrenebilme fırsatı yakaladılar. Ama bu süreçte ise kişiler gerçek kişiliklerini saklamaya başladı. Kızlar ya da erkekler kendi gibi değil karşı tarafın hoşnut olacağı şekilde göründü. Böylece aslında fazla olmayan ortak paydalarını geliştirmeye çalışarak özel arkadaş olmaya yöneldiler.
          Bu arkadaşlıklar çoğu hüsranla bitti. Çünkü fertler göründüğü gibi değil olması gerektiği davranarak fıtrata zıt bir durumla karşı karşıya geldiler. Çünkü insan fıtratı , fıtri olmayan yani doğal olmayan şeyi redd eder. Gerçekten de üniversitede başlayan  ve evlilik için planlanan arkadaşlıkların büyük bir kısmı ya son sınıfata  ya da mezun olduktan sonra bitti.
         Aslında burada özellikle üzerinde durduğum mevzu ise islami hassasiyeti olan kız ve erkeklerin hassasiyetlerini yitirerrek onların da sıradan öğrenciler gibi hareket etmeleridir. İslami hassasiyetleri olan kızların da sınıfça yapılan piknik ve gezilere katılması zamanla bu durum öğrenciler arasında giderek içselleşmeye başladı. Bu sefer bu gezilere katılmayan kızları da kendilerini yalnız hissetikleri için onlar da zamanla bu tür organizasyonlara katılarak sınıfta ötekileşmekten kurtulmak istediler. Nitekim en dindar ebeveynler de bu duruma göz yumdular. Onlar '' Biz çocuğumuzun sınıfta yalnız kalmasın, yalnızlık yaşamasın, arkadaşlarıyla seviyeli olarak muhabbet etsin, birlikte ders çalışsın ve ödev-proje yapsın bunda da bir sakınca görmediğimiz için biraz müsaade ettik.''  diyerek çocukların manevi hayatlarını kimi zaman tamir etmez bir şekilde karaladılar.
         Şimdi kız-erkeklerin beraber ders çalışma, proje-ödev yapma mevzusuna gelelim. Zaten bu mevzu kız ve erkelerin arkadaşlık kurma meselesinin en yumuşak karnını oluşturuyor. Genellikle ebeveynler de işte bu meseleden dolayı kız ve erkeklerin bir araya gelmelerine sıcak bakıyorlar. Bu mevzulara teker teker temas etmek suretiyle devam edelim. Acaba kızlar sınıflarında ders çalışabilecekleri proje yapabilecekleri hiçbir kız arkadaş bulamıyorlar ki çalışma hususunda erkekleri tercih ediyorlar? Ya da bunu erkeler için de sorabiliriz.
        Bu mevzuda yaşadığım bir olayı da anlatmak istiyorum. Elektrik- Elektronik Mühendislik fakültesinde okuyan bir kardeşim var. Almış olduğum duyumlara göre kardeşim ders çalışma ve proje yapmak için bir kız arkadaşını tercih etmişti. Kardeşime; acaba senin sınıfta hiç erkek yok mu ki bir kızla proje yapmaya başladın
diye sorduğumda makul bir cevap alamadım. Bunu kızlara sorduğumuzda makul bir cevap gelemeyeceği kesinlikle mümkündür.
              Şimdi de bundan ötürü başlayan ''muhabbetler'' mevzusuna temas etmek isterim. Acaba dindar kızların sınıfında hiç kız yok mudur ki erkekle konuşmayı ihtiyaç olarak hisseder? Ya da buna dindar erkeklere de sorabiliriz. Vellev ki bir erkek ile bir kız bütün bu hasassiyetleri bir tarafa bırakarak sınıfta normalleşmek suretiyle konuşmaya başlasa bile neden acaba mezun olduktan sonra irtibatlarını bir şekilde devam ettiriyorlar? Amaçları evlenmek ise Allah mesut etsin derim. Fakat ekserisi bu ilişkiyi nikah akdine dökmeden devam ettiriyor. Bu bir ihtiyaç değildir. Yerinde sarf olunmaması, yapılmaması  gereken bir muhabbettir ki bu da İslam'ın ruhuna zıttır. Bayan ve erkekler yerinde sarf olunmaması ve yapılmaması gereken muhabbetin cezasını merhametsiz bir şekilde çekiyorlar.
         Merhametsiz azap çekme nedenlerinin en önemlisi dini hassassiyetlerini kaybetmelerindendir. Bu yüzden şefkat tokadı yerler. Çünkü namahreme karşı alakaları belki de ilerde kendilerine uygun bir eş bulamamalarının en önemli nedenlerinden biri olabilir. Bununla alakalı bir anektod anlatmak isterim. Fıkıh imamlarından İmam-ı Azam hazretlerinin babası bir gün çaydan geçen bir elmayı almış ve yemiş. Elmayı yedikten sonra aklına elmanın sahibi gelmiş ve sonra acaba bu elmanın sahibi elmayı helal eder mi diyerek elma bahçesini aramış. Elma sahibini bulduktan sonra 'sizin elmalarınız çaya düşüyor ben de düşen bu elmalardan birini yedim hakkınızı helal eder misin?'' diye sormuş. Elma sahibi de ''Hakkımı helal ederim fakat bir şartla. Şartım da benim bir kızım var. Kızım; hem kör, hem topal  hem de sağırdır. Eğer kızımla evlenirsen hakkımı helal ederim'' demiş. Başka bir çaresi kalmayan İmam-ı Azam hazretlerinin babası da kızla evlenmek zorunda kalmış.İmam gerdek gecesinde bahsedilen kusurların hiçbirini görmeyince sebibini kayınpederine sormuş. Kayın pederi:'' Kızım topaldır, demiştim. Kızım; hayatı boyunca hiçbir zaman harama yüremedi. Kördür, demiştim. Kızım; hayatı boyunca namahreme bakmadı, namahreme ilişmedi. Sağırdır, demiştim. Kızım hayatı boyunca haram birşey işitmedi ve söylemedi.'' İşte bu kadar âli bir kadından ve hassas bir adamdan İmam-ı Azam dünyaya gelir. Arz edebiliyor muyum dindediki hassasiyetin ölçüsünü? İşte bunlar ümmet için  mihenk taşları oldular. İşte hayatı meşru dairede geçirmenin dünyevi ve uhrevi mükafatı.Bizler çok salih evlat isterken acaba ne kadar salih bir kul gibi yaşamaya gayret ediyoruz? Bu hususta bir nefis muhasebesi yapabildik mi? Bu mevzu ile alakalı M. Fethullah GÜLEN  Hoca Efendi'nin ''Çizgimizi Heclerken'' adlı eserin '' Anne ve Babaların işlediği günahlar çocuğa da sirayet eder mi?'' kısmında detaylı bir şekilde mümkündür.
         Meşru daire keyfe kafidir. Harama girmeye hiç lüzüm yoktur. Kadın erkek münasebetleri de bu meşru dairede cereyan etmeli. Bu şekilde cereyan edilmediği sürece dünyevi ve uhrevi ceza çekmeleri mukkaderdir. Çünkü yerinde sarf edilmemesi gereken bir muhabbet; merhametsiz azap çekmeyi iktiza eder. Gerçekten kimisi bu dünyada da şefkatli bir tokat yer. İşte sırra binaendir ki kimi bayanlar hayatı boyunca ya hassas ve münasib bir erkeği bulamıyor ya da bulsa bile dünyevi ve uhrevi saadeti cem ettirecek birini bulamıyor. Gerçekten de müşahedelerimle sabittir ki hassas olan bayanların çoğu çok münasip adamlarla evlendiler. Böylece dünyevi ve uhrevi hayatlarını münasip adamlarla idame ettirdiler.
       Acaba dindar olan bayanlar neden mezun oldukatan sonra sınıfındaki ya da tanıdığı erkeklerle diyaloğunu bir şekilde devam ettirir? Ne lüzüm var? Acaba hiç kız arkadaşları yok mu? Amaç evlenmek ise diyalog sadece bir kişiyle yapılmaz mı? Bu konuyla alakalı görüşlerine çok değer verdiğim Hayrettin KARAMAN'ın Hayatımızdaki İslâm adlı eserin I. cildinde evlilik öncesi arkadaşlık yapmanın hükmü ile alakalı olarak şu muteber kanaatlerini ifade eder: '' Ergenlik çağına gelmiş erkeklerle kızların arkadaşlık etmeleri câiz olmaz. Erkekler erkelerle kızlar da kızlarla arkadaşlık ederler. Bir erkeğin kız ve kadın arkadaşı, bir kadının da erkek arkadaşı ancak hayat arkadaşı (eşi) olur.'' Hoca burada kesin bir hüküm koymak suretiyle mevzu ile alakalı isabetli görüşlerini bizimle paylaşıyor.
      Çok eskilere kadar gitmeye gerek yok. Bizim zamanımızda(bundan on sene evvel) kız-erkek münasebetlerinde haremlik-selamlık vardı. Normal hassasiyetlere sahip olan aile çocukları da haremlik-selamlık hususuna dikkat ederlerdi. Çünkü böyle bir bilinç olmuştu. Fakat maaleysef şimdilerde en dindar aile çocuklarında bile haremlik-selamlık durumu kalmadı. Bundan dolayı bu bilinç param parça oldu. İşte bu ve buna benzer mevzulardan dolayı bir çok kız ebeveynleri tarafından okula gönderilmedi.

         Anadoluda çok mutasıp ailer vardır. Bu aileler çocuklarını genellikle okutmadılar. Sebebine gelince en dindar aile çocukları da zamanla hassasiyetlerini yitirdikleri için bunlar kızlarını okutmadılar. İlkokulda sınıfımızda çok zeki iki kız vardı.Zeka ve hafızanın bir insanda bu kadar harikulade olduğu çok az insan tanıdım. Aileleri sırf dini hasassiyetlerini devam ettiremeyceğini düşündükleri için çocuklarını okutmadılar. Çünkü çevrede en dindar aile çocuklarının halini görünce bu aileler çocuklarını okutmadı. Bu bir çözüm mu acaba? Tabii ki değil. Ama işte bu aileler uygun bir ortam olmadığı ve başörtü problemi yaşandığı için çocuklarını okutmadılar maaleysef.